28 Temmuz 2020 Salı

Yaz Kısaları 2 / AKŞAMÜSTÜ RÜYASI

Gün batarken sahilde, çıplak ayaklarımla kumlara basıyorum. Ilık bir meltem güneşin pembeleştirdiği tenimi okşayıp geçiyor tıpkı bir annenin çocuğunu sevişi gibi incitmeden ve içten. Toplanmış şemsiyeler kenarda. Bir bir ayrılıyor insanlar nemli mayoları, tuzlu tenleriyle. Yeni kesilmiş karpuz dolapta soğumaya bırakılırken verandalar yıkanıyor. Akşamüstü denizini seven kadın sakince bırakıyor kendini suya, tüm sıkıntılarını bırakmışken plaj çantasında. Serin kumlara uzanıyorum usulca. Kum taneleri şımarık, kıvrak... Arkadaşların seslerini işitiyorum. Gülüşmeler heyecanlı. Mutluluk dolmuş yanaklarım, yanıyor. 
Kırmızı top gökyüzünde, döne döne bu dünya tekrar ve tekrar...

DÖNÜŞ: Yaz Kısaları 1 / GÜNEŞLE GELEN

Denizden yeni çıkmış ıslak, tuzlu omzuna bıraktığım öpücükte saklamışım söylemek istediklerimi. Dudağımın kenarında hazır bekleyen heyecan, bana her arkanı döndüğünde oracıkta kala kalmış. Sonra tekrar bakmışsın bana. 
Salıvermişim heyecanımı dudağımın ince çizgilerinin arasından. 
Güneşle gelen gülüşlerimiz, sevişmelerimiz doyumsuz. 
Çıplak, terli vücutlarımızla bir olmuş meydan okumuşuz korkularımıza, 
hayal kırıklıklarımıza, en çok kendimize. 
Hep, en çok... 
En çıplak halimiz, en cesur halimizmiş meğer.

11 Haziran 2015 Perşembe

YAZ GELDİ

Karanlık bir dönemin bittiğinin sinyallerini veren günün ertesiydi. "Yaz geldi" deniyordu sokaklarda. O sıralar bu cümle çok sık söylenir olmuştu; zira yaz bir türlü gelememişti. Her açan güneşin ardından "heh şimdi geldi" deniyordu.."hıııı hıh". Her şey yoluna girmişken hele de sonunda dipsiz kuyunun dibi görünmeye başlamışken, kızın aklında deniz vardı ve ağaçlar ve de balıklar. Bazen beyaz badanalı, mavi panjurlu evler de aklına geliyordu; ama onlar çok önemli değildi. En önemlisi su faktörüydü; serin ve berrak. Bir anda bütün çehresi aydınlandı kızın. Belli ki su onu heyecanlandırdı. Tam da gülüşü bu kadar güzelken bir o kadar karanlık suratlı bir adam bindi metrobüse. Ha pardon söylemeyi unuttum, kızın aklından bunlar geçtiği sırada, Boğaz Köprüsü' nden geçiyordu içinde bulunduğu metrobüs. Kız görünce adamı "hııı hıh geldi" dedi içinden. Böyle dedi çünkü adamı sevmemişti. Neden bilmiyordu sadece hoşuna gitmeyen bir şey vardı adamda. Adam o kalabalığın içinde neden pencereye paralel değil de dik  bir şekilde konum almıştı. Hem de kocaman bedeniyle. Düşündü bunu kız. Adamı göz hapsine almıştı çoktan. Adam durduğu yerde kıpırdamaya başlamıştı. Hemen yanında bulunan kadını da huzursuz etmişti bu karanlık adam. Kız masmavi denizi aklına getirmeye çalışıyordu...çalışıyordu ama olmuyordu. Adamı gözlemekten kendini alamıyordu, neden yanındaki desteğe tutunmayıp koca göbeğini insanlara dönmüştü? Göbeği kocamandı. Ve sonra göbeğinin aşağısında büyük ve dikelmiş başka bir şey gördü kız. Bir anda çehresi karardı kızın. Elleri titremeye başladı ve kalbi çok daha hızlı atıyordu. Yavaş yavaş zihnindeki resim tamamlanıyordu. Metrobüs gittikçe kalabalıklaşıyor adam çok daha fazla kıpırdıyordu ve o sırada sadece vücudu değil aşağıda sarkan eli de hareketlenmeye başladı. Duraktan yolcu alırken adama da gün doğmuştu. Yeni bir nokta aramaya başladı kendine. Ve sonunda seçti...Kız ona doğru yaklaşan karanlık adam kadar karanlık görünüyordu artık. Yüzü gergin ve öfkeliydi. Karanlık yanına geldi kızın ve iki eliyle kızın yukarısında bulunan desteği kavradı. Adamın ter kokusu burnunun dibindeydi artık. Adam kıpırdamaya başladığı an bir anda camı patlatırcasına bir çığlık yükseldi metrobüsten. İnsanlar neye uğradıklarını şaşırdı. Karanlık, bir anda kızıla çalmaya başladı. Kız öyle bir bağırıyordu ki metrobüs durdu. Sonra onun arkasındaki metrobüs de durdu. Sonra onun arkasındaki de...Metrobüsler durunca İstanbul'daki hayat da durdu haliyle. Ve o çığlıkla birlikte meydanlara doldu tüm insanlar. Sesin nereden geldiğini anlamaya çalışıyorlardı. Doldukça doldu sokaklar...Çığlık büyümeye başladı. Çığlıkla birlikte kuzey ormanları eski haline döndü ve gri kent yeşillendi. Karanlık yüzlü adamların hepsi yeşillendiler ve hayırlara vesile olmak için bir kenarda dikilmeyi bekliyorlar. Kızımıza ne oldu peki?...Kimileri göğe yükseldiğini söylüyor, kimileri Söğütlü Çeşme'de bir söğüt ağacına dönüştüğünü...Metrobüsteki teyzenin söyelediklerini ise aynen aktarıyorum: "O kızın şimdi nerede olduğunu bilmem vallahi ama o çığlıktan sonra yaz geldi evladım".

8 Ağustos 2013 Perşembe

Ölüm Şarkısı

    Notaların uyumu kadar olamadı hayat ile olan uyumum. Yavaş yavaş çalan müziğin içindeyim şimdi. Düşlerdeki gibi,uçuyorum. Yaşamım boyunca varamadığım yere doğru uçuyorum. Hissediyorum,notalar hızlanıyor,şimdi bir üflemeli girdi araya. Daha yükseğe, daha,daha...Ölüm mü bu? Ölmek böyle bir şey mi? Daha erken değil mi? Boğaz'a karşı son bir çay içseydim.O gün  demlediğin çayı içmediğim için pişmanım şimdi,çok tuhaf.
   Yo,olamaz araya yaylılar girdi. Bu iyiye işaret değil! Korkuyorum. Ne olacağını bilememek korkutuyor beni. Daha sorularımın cevabını almamıştım,kim olduğumu bilmiyordum ki daha. Hatam yanlış zamanlarda yanlış kişilere sormak oldu bütün sorularımı.
    Şimdi de bir bulutun üstündeyim.Bir kadın sesi duyuyorum,ne dediğini anlamıyorum ama sanırım artık bir önemi yok. O kadın annem ve seni seviyorum çocuk diyor.Keşke 11 yaşındayken anneme beni yıkaması için izin verseydim.Büyüyordum,utanıyordum ve çıkmasını istemiştim artık banyodan.
   İşte son kez dans etmem için vals..ram pam pam, ram pam....Ayaklarım çıplak ve saçlarım ıslak. Filmlerdeki kadınlar kadar güzelim,masallardaki kadar cesur. Çünkü belime bağlı olan hiçbir ip yok ve ben uçuyorum.En son gördüğüm kaplumbağayı hatırladım şimdi. Bana baba gibi bakıyordu.Düşünceli ve durgun ve ciddi.Derdimi anlatamadığım babam, ben lisedeyken anlatsaydım sana onu, ne söylerdin diye merak ediyorum şimdi.Üşüyorum baba,sense hep ciddi hep düşüncelisin.
  Ve sanırım artık sona eriyor müzik.Sesler azalıyor,gözüm kaşınıyor,kirpiklerimin dipleri acıyor. Yatağımdayım,akşam çökmüş iyice. Dışarıda çocuk sesleri,son bayramım diye geçiriyorum içimden ve yalnızım. Daha erken diyorum,bayram şekeri bile yemedim henüz. Hiç olmazsa son kez bir Eleni Karaindrou şarkısı çalınsın. Hay Allah, unutmuşum yalnız olduğumu.

                                                                                                                                              3 Mart 1995
                                                                                                                                             

11 Şubat 2013 Pazartesi

SESSİZ SİNEMA


                                                                 SESSİZ SİNEMA
   Sizlere hayatımın bir gerçeğinden bahsetmek istiyorum bu akşam,dedi.Ayaklarının yere değmediği bir sandalyede oturuyordu.Sandalyenin üstü ağaç reçinesi olmuştu ve hala farkında değildi,ayağa kalktığında pantolonuna bulaşmış olan reçineyi fark edecekti ve lanet edecekti ve bu reçinenin nereden geldiğine dair kafa yoracaktı ve sonra bunu düşünmekten vazgeçip çantasını alıp gidecekti.Hayatım boyunca beni yalnız bırakmadınız hep destek oldunuz; sevgilimden ayrıldığımda,annem öldüğünde,paraya ihtiyacım olduğunda,dedi ve sustu.Ağzı kurumuştu,heyecanlıydı. Kim niye benim hayatımın gerçeğini öğrenmek istesin ki diye düşündü. Aslında benim hayatımın gerçeği belki sizin de gerçeğinizdir dedi.Kızdı kendine,yine yüzüne gözüne bulaştırıyordu her şeyi. Omurgasını dikleştirdi ve devam etti.İnsanlar, dedi,insanlar yalan söylüyorlar.Bu neydi şimdi? Bunca hazırlığı bunu söylemek için mi yapmıştı? Aslında ben,dedi,ben yalan söylüyorum.Hatta bana yalancı diyebilirsiniz,ben bir yalancıyım.Kandırdım hepinizi. Tıpkı sizin gibi. İyi gidiyor. En iyi arkadaşım olduğu için sevmedim onu en iyi arkadaşım var diyebildiğim için sevdim.Annem öldüğü için değil yalnız kaldığım için üzüldüm.Aslında aşk acısı çekmiyordum sonu gelmiş alışkanlıklarıma alışmaya çalışıyordum.Aslında iyi biri değilim öyleymiş gibi yapıyorum,buna kendimi alıştırıyorum o kadar.Sizin gibi.Yutkundu.Etrafına baktı.Ayağa kalktı,bir süre öylece durdu sonra çantasını aldı,ışıkları söndürdü kapıyı kilitleyip gitti.

1 Mayıs 2012 Salı

BİR AN

 "Akşam vakti deniz kıyısında yürüyüşe çıkmak iyi geliyor ya da ben öyle sanıyorum" diyordu televizyondaki yaşlı kadın. Kadının buruşmuş derisinden gözünü bir süre alamadı. Kumandayı koltuğa fırlatıp mutfağa gitti, kahvesini doldurup tekrar koltuğa oturdu. Televizyondaki kadın kendini sorgulamaya devam ederken öfkeyle kanalı değiştirdi. Öfkesinin kadınla ilgisi yoktu, onun öfkesi bir türlü çalmayan telefonaydı. Masanın üstünde duran telefona tekrar dönüp baktı, yaklaşık her on üç dakikada bir olduğu gibi. Banyoya gidip aynanın karşısında biraz oyalandıktan sonra balkona çıktı. Karşısında sonu görünmeyen bir deniz. Evinin manzarasının fazlasıyla güzel olduğunu aklından geçirdi. Elindeki kahveyi yudumlayıp sandalyeye kuruldu, gözü uzaklara daldı. Düşündü. Altı yaşına dönmüş ve salıncağa binmişti bile. Salıncak hızlanıyordu yavaş yavaş. O  hızlandıkça rüzgar yüzüne daha çok çarpıyordu, bacaklarını daha da ileriye atıyordu yüzünde koca bir gülümsemeyle. Yerinden sıçradı bir anda, neyse ki kahve üstüne değil de yere dökülmüştü. Bez aldı eline ve yeri silmeye başladı. Sonra eli çenesine gitti. Biraz dokundu, çenesinin sivri tarafına doğru parmaklarını iyice gezdirmeye başladı ve durdu. Biraz daha dokundu, soğuk soğuk terlemeye başladı, bütün vücudu kasıldı. Gözlerini açtığında soğuk zemine yığılmış buldu kendini, biraz yerde kalıp kendine gelmeye çalıştı sonra kalkıp elini yüzünü yıkadı sonra da bezi. O günün  hatırası çenesindeki yara iziydi, bolca dikiş atılmış ve izi kalmış bir yara. Saate baktı epey geç olmuştu. Bir türlü çalmayan telefona olan öfkesi yerini huzursuzluğa bırakmıştı. Kalbine bir ağrı girdi bir anda ve başka bir anda geçti. Nihayet telefon çaldı. Çantasını alıp sokağa fırladı. Sokakları hızlı adımlarla yürümeye başladı. Otobüs durağına geldi, beklemeye başladı. Bugün ne kadar çok beklediğini düşündü ve bir sigara yaktı. Elleri titriyordu. Gergindi. Otobüsün camına kafasını dayadı, rüyalarda kaybolmayı ve gerçeğe dönmemeyi o gün o kadar çok istiyordu ki. Olmadı. Otobüsten indi bahçe yolunu yürümeye başladı kalbi hızlı hızlı çarpıyordu. Apartmanın kapısında durdu. Bir sigara daha yaktı. Titreyen elini çenesine götürdü. Kaşıdı, kaşıdı...durmadan kaşıyordu. Kanadığını fark edip durdu. Çantasından peçete çıkarıp yarasına bastırdı. Kanlı peçeteyi çantasına tıkıp zili çaldı. Çok hızlı yaptı bu işi, geri dönmemek için. Kapı açıldı,usulca kapıyı itti geriye ve içeri girdi. Merdivenleri gergin adımlarla çıkmaya başladı,hiç bitmeyecekmiş gibi geldi. Dördüncü kata geldiğinde kafasını kaldırıp karşıdaki tahta kapıya baktı,derin bir nefes alıp kapıyı çaldı.Ayakta durabilmek için eliyle duvardan destek alıyordu.Ve kapı açıldı.Yüzü solgun  bir kadın açmıştı kapıyı.Kadınla birbirlerine uzun süre baktılar.İkisinin de ağzından tek bir söz çıkmamıştı.İçeri girdi.Kadın ona odayı işaret etti.Odanın kapısı açıktı ve perdeler örtülüydü.Yavaş yavaş odaya doğru ilerlemeye başladı.Kapının eşiğine gelip durdu.Kalbini ağzında hissediyordu.Öfkenin,nefretin ve hüznün karıştığı o anda onun yüzünü gördü.Çaresizliğin,acının ve pişmanlığın yüzünü.O yüzün, bir ölününkinden farklı olmayan bedeni yıllardır aynı yatakta yatıyordu,kıpırdamadan belli ki az kalmıştı.Ve çoktan kırk yıl öncesine, altı yaşına dönmüş salıncağa binmişti bile.Hızlanıyordu yavaş yavaş.O hızlandıkça rüzgar yüzüne daha çok çarpıyordu,bacaklarını daha da ileriye atıyordu yüzünde koca bir gülümsemeyle annesine bakıyordu,annesi de koca bir gülümsemeyle ona.Ve bir anda havayı delen bir ses duydu.Yere düşmüş eli yüzü kan olmuştu.Ayağa kalktı annesini gördü yerde, eli yüzü kan olmuştu.Sola çevirdi kafasını babasını gördü ayaktaydı her tarafı kan olmuştu.İrkildi bir anda yataktaki adama baktı,adam ona baktı.