1 Mayıs 2012 Salı

BİR AN

 "Akşam vakti deniz kıyısında yürüyüşe çıkmak iyi geliyor ya da ben öyle sanıyorum" diyordu televizyondaki yaşlı kadın. Kadının buruşmuş derisinden gözünü bir süre alamadı. Kumandayı koltuğa fırlatıp mutfağa gitti, kahvesini doldurup tekrar koltuğa oturdu. Televizyondaki kadın kendini sorgulamaya devam ederken öfkeyle kanalı değiştirdi. Öfkesinin kadınla ilgisi yoktu, onun öfkesi bir türlü çalmayan telefonaydı. Masanın üstünde duran telefona tekrar dönüp baktı, yaklaşık her on üç dakikada bir olduğu gibi. Banyoya gidip aynanın karşısında biraz oyalandıktan sonra balkona çıktı. Karşısında sonu görünmeyen bir deniz. Evinin manzarasının fazlasıyla güzel olduğunu aklından geçirdi. Elindeki kahveyi yudumlayıp sandalyeye kuruldu, gözü uzaklara daldı. Düşündü. Altı yaşına dönmüş ve salıncağa binmişti bile. Salıncak hızlanıyordu yavaş yavaş. O  hızlandıkça rüzgar yüzüne daha çok çarpıyordu, bacaklarını daha da ileriye atıyordu yüzünde koca bir gülümsemeyle. Yerinden sıçradı bir anda, neyse ki kahve üstüne değil de yere dökülmüştü. Bez aldı eline ve yeri silmeye başladı. Sonra eli çenesine gitti. Biraz dokundu, çenesinin sivri tarafına doğru parmaklarını iyice gezdirmeye başladı ve durdu. Biraz daha dokundu, soğuk soğuk terlemeye başladı, bütün vücudu kasıldı. Gözlerini açtığında soğuk zemine yığılmış buldu kendini, biraz yerde kalıp kendine gelmeye çalıştı sonra kalkıp elini yüzünü yıkadı sonra da bezi. O günün  hatırası çenesindeki yara iziydi, bolca dikiş atılmış ve izi kalmış bir yara. Saate baktı epey geç olmuştu. Bir türlü çalmayan telefona olan öfkesi yerini huzursuzluğa bırakmıştı. Kalbine bir ağrı girdi bir anda ve başka bir anda geçti. Nihayet telefon çaldı. Çantasını alıp sokağa fırladı. Sokakları hızlı adımlarla yürümeye başladı. Otobüs durağına geldi, beklemeye başladı. Bugün ne kadar çok beklediğini düşündü ve bir sigara yaktı. Elleri titriyordu. Gergindi. Otobüsün camına kafasını dayadı, rüyalarda kaybolmayı ve gerçeğe dönmemeyi o gün o kadar çok istiyordu ki. Olmadı. Otobüsten indi bahçe yolunu yürümeye başladı kalbi hızlı hızlı çarpıyordu. Apartmanın kapısında durdu. Bir sigara daha yaktı. Titreyen elini çenesine götürdü. Kaşıdı, kaşıdı...durmadan kaşıyordu. Kanadığını fark edip durdu. Çantasından peçete çıkarıp yarasına bastırdı. Kanlı peçeteyi çantasına tıkıp zili çaldı. Çok hızlı yaptı bu işi, geri dönmemek için. Kapı açıldı,usulca kapıyı itti geriye ve içeri girdi. Merdivenleri gergin adımlarla çıkmaya başladı,hiç bitmeyecekmiş gibi geldi. Dördüncü kata geldiğinde kafasını kaldırıp karşıdaki tahta kapıya baktı,derin bir nefes alıp kapıyı çaldı.Ayakta durabilmek için eliyle duvardan destek alıyordu.Ve kapı açıldı.Yüzü solgun  bir kadın açmıştı kapıyı.Kadınla birbirlerine uzun süre baktılar.İkisinin de ağzından tek bir söz çıkmamıştı.İçeri girdi.Kadın ona odayı işaret etti.Odanın kapısı açıktı ve perdeler örtülüydü.Yavaş yavaş odaya doğru ilerlemeye başladı.Kapının eşiğine gelip durdu.Kalbini ağzında hissediyordu.Öfkenin,nefretin ve hüznün karıştığı o anda onun yüzünü gördü.Çaresizliğin,acının ve pişmanlığın yüzünü.O yüzün, bir ölününkinden farklı olmayan bedeni yıllardır aynı yatakta yatıyordu,kıpırdamadan belli ki az kalmıştı.Ve çoktan kırk yıl öncesine, altı yaşına dönmüş salıncağa binmişti bile.Hızlanıyordu yavaş yavaş.O hızlandıkça rüzgar yüzüne daha çok çarpıyordu,bacaklarını daha da ileriye atıyordu yüzünde koca bir gülümsemeyle annesine bakıyordu,annesi de koca bir gülümsemeyle ona.Ve bir anda havayı delen bir ses duydu.Yere düşmüş eli yüzü kan olmuştu.Ayağa kalktı annesini gördü yerde, eli yüzü kan olmuştu.Sola çevirdi kafasını babasını gördü ayaktaydı her tarafı kan olmuştu.İrkildi bir anda yataktaki adama baktı,adam ona baktı.

1 yorum:

  1. ben bu hikayeyi çok beğendim ama neden beğendiğimi anlayamıyorum.

    YanıtlaSil